‘Türk halkına polisiyeyi sevdiren yazar’; yeni romanından eserlerinin beyaz perdeye ve televizyona uyarlanmasına, ilham perilerinden, terzi annesinin başlattığı masal yolculuğuna kadar bir çok konuda samimi açıklamalar yaptı.
Şiir, masal, öykü, cinayet… Hepsi Ahmet Ümit‘in kaleminden çıkıyor, fakat hepsi kağıda bambaşka özgünlükte dökülüyor. “Türk halkına polisiyeyi sevdiren yazar” olarak tanıdığımız Ahmet Ümit, tam da Goethe’nin, “İnsan, kendini yalnızca insanda tanır” aforizmasında işaret ettiği gibi -kadın erkek, genç yaşlı farketmeksizin- bize ayna tutuyor ve bize bizi gösteriyor. Şimdi biz de onun aynasına bakıyoruz.
-Biz Ahmet Ümit’i polisiye roman yazarı olarak tanıdık ancak aslında siz masallar anlatan, şiirler yazan da bir yazarsınız. Ancak burada benim dikkatimi çeken husus, şiir yazabilecek kadar duygusal, naif ve hiç adam öldürmemiş birinin cinayeti de çok başarılı anlatabiliyor olması. Bunu nasıl başarıyorsunuz?
Bunun açıklaması empati. Hepimizin içinde aslında -kadın erkek, genç yaşlı fark etmez- insanlığın bütün halleri vardır. Hepimizin içinde bir katil de vardır, bir melek de. Başkaları için karşılıksız iyilikler yapan da bizleriz, nedensiz yere kötülükler yapan da. Ben şiir yazdım, masal yazdım, hatta destan da yazdım ama cinayet romanları da yazdım. Cinayet romanları yazmayı tercih etmem, cinayet işlenmesi hoşuma gittiği, insanların acı çekmesinden hoşlandığım için değil tabii ki. Bunun iki nedeni var
NEDEN POLİSİYE ?
- Polisiyeye yönelmenizi sağlayan bu nedenler neler?
Bunlardan birincisi, henüz 14 yaşımdayken politik bir ortama girmiş olmam. 1974 yılıydı. Yani Türkiye 12 Mart darbesinden çıkmıştı. Deniz Gezmiş, Mahir Çayan gibi isimler ölmüştü ve sola doğru bir eğim başlamıştı. Tüm bunların yanı sıra, benim çevremdeki insanlar da solcuydu ve neyin doğru neyin yanlış olduğunu ayırt edebilecek bilgi birikimine sahip olmayan 14 yaşında bir çocuk olarak ben de solcuydum. 14 yaşından 29 yaşına kadar 15 yıl, yaşananlar doğrultusunda sürekli olarak kavga dövüş içerisindeydim ki bu zaman dilimi insanın hayatındaki en önemli zaman dilimidir. Çünkü o yaşlarda yaşadığınız şeyler, sizi şekillendirir. Hayatımda kavga dövüşün yanı sıra polisten kaçma da vardı ve yanımda arkadaşlarım öldürüldü. Dolayısıyla böyle bir hayat sürdüğüm için yazmaya başlayınca da ortaya polisiye ve gerilim çıktı.
AHMET ÜMİT’İN DENİZ FENERLERİ
İkinci neden ise; benim anlayışıma göre edebiyatın yeryüzünü daha güzel bir yer yapması, insanı daha iyi biri haline getirmesi lazım. Ama polisiyeyi bu yüzden beğenmiyordum ve araştırmaya başladım. Aradığımı ise iki büyük yazarda buldum. Bunlardan biri Shakespeare. Oyunlarında bir cinayetten yola çıkarak insan ruhunu anlatmaya çalışır. Aradığımı bulmama yardımcı olan ikinci yazar ise Dostoyevski’dir. Hikayelerinin ekseninde yine cinayet vardır. ‘Neden bu büyük yazarlar cinayeti yazdılar?’ sorusunu sordum kendime. Sorunun yanıtını bulduğumda cinayeti yazmaya karar verdim. Sorunun yanıtı şuydu: Hepimizin yüzlerinde maskeler ve sosyal yaşamda türlü türlü rollerimiz var. Tüm bu rollerin arkasında da gerçek kişiliğimiz var. Kişilik sürekli hareket halindedir; sabit ve değişmez olan huydan farklı olarak. Ayrıca insanların kişilikleri değişken olduğu gibi, istendiğinde karşı tarafa olmadığı şekilde de yansıtılabilir; bilemezsiniz. Ve işte gerçek kişiliğin tüm çıplaklığıyla ortaya çıktığı anlardan biri de cinayet anlarıdır. Shakespeare ve Dostoyevski de insan kişiliğini tam manasıyla, tüm kuytularıyla ortaya çıkartan cinayet anlarını yazmışlar. Ben de bunu gördüğümde cinayeti yazmaya karar verdim. Edebiyatın bir misyonu varsa eğer, o misyon bana göre insan ruhunu açıklamaya çalışmaktır.
“ESERLERİMİN UYARLANMASINA EVET AMA…”
- Eserleriniz doğrultusunda televizyon diziler çekildi, sinema filmleri de yapıldı. Eserlerinizin başka sanat dallarında uyarlamalarının yapılmasına nasıl bakıyorsunuz?
Ben eserlerimin sinema ve tiyatroya uyarlanması konusunda olumsuz şeyler düşünmüyorum. Sanatın farklı dallarına katkıda bulunmaktan dolayı mutlu oluyorum.”Aşk Köpekliktir” kitabım da tiyatroya ve müzikallere uyarlandı. “Sis ve Gece” ve “Bir Ses Böler Geceyi” sinemaya uyarlanmış kitaplarım ve bir romanımın daha sinemaya uyarlanmasını bekliyoruz. ‘Komiser Nevzat’ın ise radyo tiyatroları yapıldı ki hâlâ da devam ediyor. Ayrıca ‘Komiser Nevzat’ın çizgi romanları da var. Kategorize edilince benim eserlerim edebi eserler. Eserler sinemaya da başka bir sanat dalına uyarlandığında genelde şikayetler ortaya çıkar. Okur, ‘kitaptaki tadı, filmden ya da tiyatro oyunundan alamadım’ der. Ancak okur, o eser kendisine hangi sanat dalıyla sunulduysa o sanat dalının çerçeveleri içerisinde değerlendirmelidir. “Karanlıkta Koşanlar”, “Başkomiser Nevzat” ve “Şeytan Ayrıntıda Gizlidir” isimli eserlerim diziye de uyarlandı elbet ama eselerimin diziye uyarlanması konusunda daha hassas davranma yanlısıyım. Çünkü dizi diğer dallardan farklı olarak daha ticari bir alan. Dizilerin kaderini diziyi izleyenlerin beğenisi belirliyor. Ticari kaygılar doğrultusunda anlatılan konu anlaşılamadığı, beğenilemediği taktirde anlatılan hikayenin yönü çok alakasızca değişebildiği gibi özden de uzaklaşılabiliyor. Bu yüzden eserlerimin diziye uyarlanması için özel koşullarım var.
- Nedir bu özel koşullar?
Ancak ve ancak 13 bölümlük bir dizi için eserimin uyarlanmasına sıcak bakabilirim. Çünkü dizi uzadıkça konudan sapılabiliyor ve çok kötü sonuçlar ortaya çıkabiliyor. Örneklerini klasik eserlerimizin diziye uyarlanmasıyla yakın geçmişte gördük. Ben yaşayan bir yazar olarak eserlerimin başına böyle bir şey gelmesini istemiyorum.
BAŞKOMİSER NEVZAT YENİDEN ARZI ENDAM EDECEK Mİ ?
‘Başkomiser Nevzat’ın devamı gelecek mi?
- Evet, ‘Başkomiser Nevzat’ın devamı gelecek. Hatta bir roman da değil; ömrüm yeterse eğer ‘Başkomiser Nevzat’a üç romanla daha devam edeceğim.
YENİ KİTAP YOLDA
Yeni bir kitabınızın daha okuruyla buluşmak üzere yolda olduğunun duyumlarını alıyoruz, doğru mu bu söylentiler?
Evet, doğru. Kitapta İttihat ve Terakki Partisi ve Melek isimli bir başsavcı var. Yeni roman bugünde yaşanan olayları anlatacak ancak bugünde yaşan olayların temelleriyse geçmişte saklı olacak. Hatta batılılaşma sürecini de içinde barındıracak.
- Peki neden İttihat ve Terakki?
Batılılaşma süreci, II. Mahmut döneminde başlamış ve bence hâlâ kendini bir türlü tamamlayamamış. Bu süreci daha iyi anlayabilmemiz için de Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılma sürecine bakmamız gerekiyor. O dönemin ayyuka çıkmış isimlerinden biri ise İttihat ve Terakki’dir. Ben bugünle bağlantılı olarak tam da o dönemi anlatmak istiyorum. Benim kitaplarıma baktığınızda bu toprakların tarihini görebilirsiniz. Çünkü bu toprakların olağanüstü bir tarihi var ve yeryüzünde hiçbir ülkenin böylesine köklü bir tarihi bence yok. Hititler, Romalılar, Doğu Romalılar ve Osmanlı’yla birlikte bu toprakların 200.000 yıllık bir tarihi var. Bu yüzden bu topraklara ‘uygarlığın beşiği’ de diyebiliriz. Bir yazar olarak ben de bugünü anlatırken geri planda bu tarihi yansıtmak istiyorum.
AHMET ÜMİT’İN KIZI DA BABASININ İZİNDE Mİ ?
- Sanal alemde kızınızın da bir yazar olduğuna dair söylentiler var; kızınız da bir yazar mı?
Hayır, kızım sinema sanatıyla ilgileniyor. Hatta kızım ve damadım romanlarımın kısa filmlerini çektiler.
“ÜZEYİR GARİH CİNAYETİNDE FİKRİMİ SORDULAR”
- Üzeyir Garih cinayeti aydınlatılmaya çalışılırken fikirlerinize başvurulduğu doğru mu?
Evet, doğru. Fakat fikirlerime başvuranlar polisler değil, olayla ilgilenen gazetecilerdi. Ayrıca basın mensubu arkadaşlar, başka ilginç cinayet vakalarında da fikrimi sordular.
PERA PALAS’TAKİ AHMET ÜMİT
- Yakın zaman önce yaşayan bir yazarın ismi ilk defa bir otel odasına verildi ve o yazar da sizsiniz. Bu konuda neler hissediyorsunuz?
Odalarından birine ismimin verildiği otel, Pera Palas Oteli. Bir gün otel müdüresi beni aradı ve odalardan birine benim ismimi vermek istediklerini söyledi. Daha önce otelin odalarına hep yabancı yazarların isimleri verilmiş. Ve artık odalarından birine bir Türk yazarın ismini vermek istediklerini söyledi. Ben de bu durumdan çok mutlu olacağımı söyledim. Bu benim için bir onurdur çünkü Pera Palas Oteli, Beyoğlu’nun anıt binalarından biri. Bunun yanı sıra sanata verilen değer açısından da bu olay beni mutlu etti. Maalesef ülkemizde sanatçıların isimlerini binalara, caddelere ya da sokaklara verme konusunda cimriyiz. İnsanları sanata teşvik ederken izlenebilecek yollardan biri de sanatçıların değerli insanlar olduğunu topluma göstermektir. Sanatçıya gösterilen teveccüh, aslında sanata gösterilen teveccühtür. Bu teveccühü de sadece kendi adıma değil, Türkiye’de yaşayan tüm sanatçılar adına aldım, kabul ettim.
“TARLABAŞI, ŞEHRİN ORTASINDA BİR GETTOYU TEMSİL EDİYOR”
- ‘Beyoğlu’nun En Güzel Abisi’ imzanızı taşıyan son roman. Henüz kitabı okumamış olanlar da var elbette ama yine de kitaptan biraz bahsedebilir misiniz?
“Beyoğlu’nun En Güzel Abisi”nde olayların geçtiği yer İstanbul, Tarlabaşı. Olumlu örnekler ele alınamıyor bu kitapta çünkü bence Tarlabaşı’nda olumlu bir şey yok. Bir zamanlar orada Rumlar yaşıyormuş ve zamanında o insanlar ‘burası daha iyi olsun’ düşüncesiyle evlerinden kovulmuş. O insanlar acı çekerken, kültürümüz daha saf ve daha homojen olacak umutlarını beslemişiz. Ama işler böyle olmamış. Bizim gibi olmayanları ötekileştirmişiz. Oysa bu topraklarda her türden insan var. Yapmamız gereken şey, birbirimize saygı göstererek olduğumuz gibi ve birlikte yaşamak. Bunu yaptığımız zaman bu ülke, ülke olacak ama eğer bunu yapmazsak Tarlabaşı olacak… Bugün baktığımızda Tarlabaşı bir harabeliğe dönüşmüş durumda. Şehrin ortasında bir gettoyu temsil ediyor Tarlabaşı. Şimdilerde orada sağlıksız koşullarda yaşam savaşı veren insanlar var. Dolayısıyla burada birçok suç unsuru da doğuyor. Doğan bu suç unsurlarından hareketle de o olay örgüsünü anlatıyor roman.
TERZİ BİR ANNENİN İLHAM VERDİĞİ MASAL KİTAPLARI
- Sizi bizler bir polisiye roman yazarı olarak tanıdık ama siz aslında çocuklar için de yazdınız ve masal kitaplarınız da var. Masal yazmaya nasıl karar verdiniz?
“Masal Masal İçinde” ve “Olmayan Ülke” isimli iki masal kitabım var. Bu masalları derleyip yazmak isterken annemden yola çıktım. Çünkü bu masaları zamanında annemden dinlemiştim. Hatta benim yazarlığımda annemin büyük katkısı vardır. Annem bir terziydi, kız çocukları da bize çırak olarak gelirdi. Annem de onlar sıkılmasınlar diye masallar anlatırdı, ben de dinlerdim. Daha sonra ben bu masalları yıllar geçti ve unuttum. Yıllar sonra bir gün Gaziantep’e gittiğimde annemin kızıma bu masalları anlattığını gördüm ve o günden sonra bu masalları da yazmaya karar verdim. Şu anda bu masallar bazı okullarda ders kitabı olarak okutulduğu gibi Korece’ye de çevrildi ve orada da okullarda ders kitabı olarak okutuluyor. Masalın çok önemli olduğunu düşünüyorum çünkü biz romanı Batı’dan, şiiri İran’dan aldık ama destan ve masal Türk geleneklerinden gelmedir. Bunlar, bizim kültürümüzden gelen edebi türler. Bu kültürün kaybolmasını istemiyorum. Bu nedenle annemin masalı değil ama önümüzdeki zaman içerisinde bir masal kitabı daha yazacağım.
PENBE KOÇ
İSTANBUL
Ahmet Ümit ile keyifli bir söyleşi
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder